Dinci Cocuklar
  Dini Hikayeler
 
ANNE KALBİ

Delikanlı,katı yürekli bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemişti.Ancak kız,korkunç bir şart ileri sürerek:
-Senin sevgini ölçmek istiyorum,dedi.Bunun için de köpeğime yedirmek üzere bana annenin kalbini getireceksin.
Delikanlı,tüyler ürperten bu teklif karşısında ne yapacağını şaşırmış ve uzun bir tereddütten sonra hislerine mağlup olup annesini öldürmeye karar vermişti.Annesi,belki de durumu farkettiği için oğluna fazla direnmedi.Ve çocuk,annesini öldürerek kalbini bir mendile koydu.Delikanlı,kızın isteğini yerine getirmiş olmanın heyecanıyla yolda koşarken,ayağı bir taşa takıldı.Kendisi bir tarafa,mendil içindeki kalp bir tarafa fırladı.Canının acısından,ağzından ister istemez"Ah anacığım!"sözleri döküldüğünde annesinin tozlara bulanan ve hala soğumamış olan kalbinden bir ses yükseldi:

-Canım yavrum,bir yerin acıdı mı?






YEŞİL ELBİSE

Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.
-Gel seni camiye götüreyim,dedim.Bubün Cuma biliyorsun.
-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun,dedi
-Biliyorum ama,sebebini gerçekten merak ediyorum.
-Ne bileyim olmuyor işte,dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup,dizleri çıkar diye endişe ediyorum.
Gayri ihtiyari gülmeye başladım.
-Herhalde şaka yapıyorsun,dedim.Bunun için cami terkedilir mi?
-Ciddi söylüyorum,dedi.Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin.
Gerçekten öyleydi.Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
-Peki,dedim.Hayatında hiç camiye gitmedin mi?
-Çocukken dedmle birkaç kere gitmiştim,dedi.Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum.Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti.Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.
Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra,kendisinin camide olduğunu söylediler.Hemen gittim.Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.
Yavaşca yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
-Hani,dedim.Camiye gelmeyecektin?

Hiç sesini çıkarmadı.Çünkü musalla taşının üzerinde,yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.

BU AKŞAM HİNDİSTAN'DA
Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar: 
- Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana... 
Adam telaş içinde: 
- Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı.. 
- Peki ne yapmamı istiyorsun?" 
Adam yalvarır: 
- Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden! 
Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve: 
- Bu adamı hemen al. Hindistan'a bırak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya götürür. 
Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır: 
- Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der. 
Azrail (a.s) cevap verir: 
- Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfaaale,hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki: 
- "Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al!" Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi. 

Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su 
Linklerimizi üyelerimiz görebilir Uslanmam üyeliği için tıklayın.

CİMRİLİĞİN BU KADARINA PES! 


Resûlüllüh (s.a.v.) bir adam gelerek: 
- Yâ Resûlüllüa! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi. 
Allah Resûlü o zâtı çağırarak, ona: 
- Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı. Adam: 
- Olmaz dedi. Allah Resûlü: 
- Öyle ise bana hediye et onları, dedi. Adam bu teklife de: 
- Olmaz dedi. Allah Resûlü son bir teklifte bulundu: 
- Peki, cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver! Adam, bu son derece câzip teklife de: 
- Olmaz, karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle söylemekten kendini alamadı: 
- Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, senden daha cimrî bir kimseyi görmedim. Linklerimizi üyelerimiz görebilir Uslanmam üyeliği için tıklayın.

Cürmüm İle Geldim Sana


Medîne-i münevverede saatçılık yapmakta olan Ali Osman isimli İzmirli bir Türk vardı. Bu zât Medîne-i münevvereye hicret ettikten bir müddet sonra, mesleği olan işi yapmak üzere bir dükkân açmak için izin almaya çalıştı. Uzun süre bunu sağlayamadı. Parası bitti. Bir gece Allahü teâlâya iltica ile yalvardı. O gece rüyâsında esmer, kır sakallı, uzunca boylu bir zât; 
- Evladım, resmî dâireye girdiğinde sağ tarafında gördüğün şu üçüncü şahsa mürâcaat et. Gerisine karışma buyurdu. 
Ali Osman Efendi sabahleyin doğruca denilen şahsın yanına gitti. O şahıs, Ali Osman Efendi'ye; 
-Seni Linklerimizi üyelerimiz görebilir Uslanmam üyeliği için tıklayın. mi gönderdi? Git hemen dükkânını aç, işine başla, dedi. 
Ali Osman hemen gidip dükkânı izin almış gibi açtı. O şahıs izin belgesini sonradan gönderdi. Bir müddet sonra rüyâsında aynı zâtı gördü. O zât; 
-Oğlum bana Kuddûsî derler. Cebine bir hediye koydum, onu al ve amel et, dedi. Ali Osman Efendi uyandığında cebinde Kuddûsî hazretlerinin şu şiirinin yazılmış olduğu kâğıdı buldu:



Ey rahmeti bol pâdişâh,
Cürmüm ile geldim sana,
Ben eyledim hadsiz günâh,
Cürmüm ile geldim sana.

Hadden tecâvüz eyledim,
Deryâ-yı zenbi boyladım,
Ma'lûm sana ki neyledim,
Cürmüm ile geldim sana.Senden utanmayup hemân.
Ettim hatâ gizlü ayân,
Urma yüzüme el-emân,
Cürmüm ile geldim sana.

Aslım çü bi katre menî,
Halk eyledin andan benî,
Aslım denî, fer'îm denî,
Cürmüm ile geldim sana.Gerçi kesel fısk-ü-fücûr,
Ayb-ı-zelel çok hem kusûr,
Lâkin senin adın Gafûr,
Cürmüm ile geldim sana.

Zenbim ile doldu cihân,
Sana ayân zâhir nihân,
Ey lutfü bî-had Müste'ân,
Cürmüm ile geldim sana.Adın senin Gaffâr iken,
Ayb örtücü Settâr iken,
Kime gidem sen vâr iken,
Cürmüm ile geldim sana.

Hiç sana kulluk etmedim,
Rah-ı rızâna gitmedim,
Hem buyruğunu tutmadım,
Cürmüm ile geldim sana.Bin kerre bin ol pâdişâh,
Etsem dahî böyle günâh,
Lâ-taknetû yeter penâh,
Cürmüm ile geldim sana.

İsyânda Kuddûsî şedîd,
Kullukda bir battal pelîd,
Der kesmeyip senden ümîd,
Cürmüm ile geldim sana.
Ali Osman Efendi, o günden sonra bu şiiri okumadan işine gitmedi ve verilen vazifeleri devamlı yaptı.


ÇARŞAFIN İÇİNDEN SANA NE 


Haçkalı Baba, bir gün karısı Zehra Hanımla birlikte yolda giderken arkalarından gelen biri nefsinin buyruğu ve gözünün kuyruğu ile Hoca'nın çarşaflı hanımını merak ediyormuş:
"Acaba bu çarşafın içinde nasıl bir beden var? Filan fdiye merak ederken, adamın içindeki hinliği ve hainliği gönül ekranında seyredip duran Hoca, adama yol kenarındaki bir evi göstererek:
-Ha bu evin içi nasil bir yerdur uşağum? diye sormuş.
Adam:
-İlin evinin içinden dışından bana ne baba? diye cevap vermiş.
Bunun üzerine Haçkalı Baba:
-Doğru dersin daa! Doğru deysin eyi de... İlin çarşafından sana ne de içindekini merakedip duraysun daa? Diye gürleyince, adam ibiğini bükmüş toz olmuş.


Kaynaklar:
1) Fazilet Takvimi 1997
2)
 Haçkalı Baba, Mustafa Özdamar, Kırk Kandil, 2003
EKMEK VEREN ELİ KIRAN BABA

Bağdat'ı kıtlık kırıp geçiriyordu. Herkesten önce de hamallar açlık çekiyordu. İçinde ekmek piştiği, sokağa kadar yayılan kokudan belli olan bir evin kapısından seslendi hamalın biri: 
- Allah rızası için birazcık ekmek. Günlerdir lokma girmedi ağzımdan. 
Tandırın başındaki kadın taze ekmekleri kızına uzattı. "Ver şu adama" dedi. Kızcağız ekmekleri güzelce katlayıp verdi aç hamala. 
Hamalın sevincine sınır yoktu. Evine doğru hızlandı. Kim bilir kaç günlük açlığını giderecekti? Tam bu sırada karşıdan gelen birinin sert ikazı durdurdu onu: 
- Çabuk söyle, bu ekmeği hangi evden aldın? 
Geriye bakıp eliyle işaret etti: 
- İşte şu evden. 
Adam kızgın şekilde salladı başını: 
- Yanılmamışım, böyle zamanda başka kimin evinden alınabilir ekmek? diyerek eve doğru ilerledi. 
Kapıyı açar açmaz da sordu: 
- Kim verdi ekmeği hamala? 
Hanım korkudan kızını gösterdi. Güya kızına acır, bir şey yapmaz diye düşünmüştü. Halbuki adamın şükürsüzlük ve cimrilik içine işlemişti. Elindeki sopayı hızla havaya kaldırdı, kızının ekmek veren eline öyle bir indirdi ki bilek zedelenip burkuldu, el çarpık kaldı. Söyleniyordu kendi kendine: 
- Ben herkese ekmek versem bu evde ekmek kalır mı? diye. 
Halbuki nimet şükür isterdi. Şükürsüzlük nimetin gitmesine sebepti. Nitekim bu şükürsüzlüğün akibeti de öyle olacaktı. Olmaya başladı bile. Kısa zamanda işleri bozuldu, çarşının en işlek yerindeki dükkanını satması da onun bozulan işlerini. Bir ara o hale geldi ki, evine ekmek alamaz duruma bile düştü. Nitekim bir akşam eve gelmiş, kızcağızına da acı sözü söylemişti; 
- Artık benden ümidinizi kesin. Çünkü bu akşam ekmek alacak kadar da olsa elime para geçmedi. Çarşıya in, ekmek parası iste. 
Kızcağız çarşıya inmiş, utana sıkıla sattıkları dükkanın karşısına geçerek bir tanıdık görürüm diye beklemeye başlamıştı. Kendisini gören dükkandaki adam hemen yanına gelerek: 
- Sen masum birine benziyorsun, ne bekliyorsun burada? diye sormuştu. O da anlatmıştı gerçek durumu: 
- Ekmek alacak paramız kalmadı, bir tanıdıktan ekmek parası istemek üzere bekliyorum burada. 
Hemen elini cebine attı adam. Hatırı sayılır bir miktar parayı uzatarak "Al" dedi. "Bununla istediğin kadar ekmek alabilirsin. Ben de nimetin şükrünü eda etmiş olurum böylece." 
Kızcağız elinin birini arkasına saklamış, ötekiyle parayı alırken adamın dikkatin çekti bu saklayış; 
- Elinde bir yara bere varsa tedavi ettireyim, niçin saklıyorsun? Allah bana nimet verdi, şükrünü eda etmek için iyilik yapmam gerek, dedi. 
Kızcağız önce açıklamak istememişse de adamın ısrarı üzerine anlattı elinin durumunu: 
- Ben bir yoksula ekmek vermiştim. Babam yolda rastlayıp sormuş, o da evi gösterip 'İşte oradan aldım' demiş, bizi haber vermiş. Babam eve gelince elindeki sopayla ekmek veren elime öylesine bir darbe indirdi ki, elim böylece çarpık kaldı. Göstermekten utanır oldum. Bu yüzden de evde kaldım. 
Bu açıklamayı dinleyen adam bağırmaya başlar: 
- Komşular! Çabuk buraya gelin, ben hayalimdeki altın kalpli kızı buldum, hayat arkadaşım işte karşımda, siz de şahit olun... diyerek başlar anlatmaya: 
- Ekmeği isteyen fakir bendim. Ben o gün bir hamaldım. Demek ki elinin çarpık kalmasına ben sebep olmuşum. Hem sebep olayım hem de seni bu halinle baş başa bırakayım. Buna Allah razı olmaz. Seni görünce içimden bir sevgi selinin koptuğunu anladım, bana ekmek veren kıza ne kadar da benziyor diye düşünmüştüm. Yanılmamışım. Baban şükürsüzlük ettiğinden Allah onun dükkanını elinden alıp bana nasip eyledi. Şimdi ise imtihan sırası bana geldi, ben de aynı şükürsüzlüğe düşmek istemem. Haydi gel, nikahımızı yaptırıp birlikte babanı sıkıntıdan kurtaralım. 
Yola koyulurlar, ekmek veren eli sakatlayan şükürsüz babaya doğru... 
"Şükrederseniz çoğaltırım, etmezseniz elinizden alır şükredene veririm. Şükürsüze de azabım şiddetli olur..." (Kur'an-ı Kerim, 14/7) 
KAYNAK: Ahmed Şahin, Yaşanmış Örnekleriyle Aradığımız İslam, Zaman Cep Kitapları 3, Feza Gazetecilik, İstanbul 2001 

Aynen Senin Gibi Olmak İsterim 
Bir gün Azizan Hazretlerine, hatırı sayılır bir zat misafir geliyor. Fakat evde hazır yemek yok... Azizan Hazretleri üzülüyorlar. Evlerinin kapısına çıkıyorlar. O sırada, paça satan bir genç, elinde bir çömlekle geliyor. Çömlekte donmuş paça var... 
Genç: 
-Bu yemeği sizin ve yakınlarınız için hazırladım. Kabul buyurursanız beni mesut edersiniz. 
Diyor. 
Azizan Hazretleri bu nazik anda gelen yemekten son derece hoşnut kalıyorlar ve gence iltifat ediyorlar. Gelen yemekle misafir ağırlanıyor. Misafir gidince Şeyh Hazretleri paça satan genci çağırtıp: 
-Senin getirdiğin bu yemek, sıkıntılı bir ânımızda imdada yetişti. Sen de şimdi bizden ne muradın varsa iste ki, Allah dileğini verse gerektir. 
Genç: 
-Aynen senin gibi olmak isterim. 
Diyor. 
Bu çok güç bir şey... Üzerimizdeki yük senin omuzlarına çökecek olursa ezilirsin! 
Cevabını veriyor Azizan Hazretleri... 
Fakat genç yana yakıla ısrar ediyor: 
-Benim âlemde tek muradım bu... Tıpkı tıpkısına senin gibi olmak... Başka hiç bir şey beni teselli edemez. Başka emel tanımıyorum! 
-Peki, diyor, Azizan Hazretleri; öyle olsun! 
Ve genci elinden tuttuğu gibi halvet odasına çekiyor. Orada nazarlarını gence mıhlayıp kalpleriyle kalbine yöneliyorlar. Biraz sonra gençte bir değişiklik başlıyor. Genç hem zahirde ve hem batında Azizan Hazretlerinin ayı olarak meydana çıkmaya başlıyor. Bu hal tam 40 gün devam ediyor ve 40'ıncı gün genç girdiği yükün ağırlığında bekâ âlemine göçüyor. Fakat muradına ermiş ve ebedi saadete erişmiştir.



Bir Kısmı alıntıdır linki gormek icin tıklayınıza lutfen tıklamayınız 

BAtuhan Kayahan 


 
 

Sitemize Hoşgeldiniz yeni Acılan Fecebook Sayfaımızı Ziyeret Etmeyi Unutmayın Sevabınıza Begenin BEGENMEK İCİN BU BUTONA BASINIZ EYER SİZ BU SAYFADA OLMASSANIZ 1 KİŞİ EKSİGİZ !

 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol